Ne zaman bu yokuştan aşağı insem bir coşku sarar içimi, kendimi dükkanların vitrininden izlemeye bayılırım. Hele de biraz güneş açsa, Ankara’da kafeler dolar taşar. Genci yaşlısıyla insanlar doluşur sokaklara. Gözlerim sezonluk kıyafetlere takılırken, bu arada vitrin camlarından saçlarıma, pantolonuma bakmadan edemem. Birden, yerde gözüme mavi kapaklı bir şey takıldı, eğilip aldım. Kapağını açınca çift taraflı bir ayna olduğunun farkına vardım. Ucu biraz kırılmış ama yine de güzel, kapağında da bir nazar boncuğu var.
Pelin yoldan bulduğu ucu kırık aynaya baktı ve uzun zamandır hissetmediği kadar güzel hissetti kendini, yaş onsekiz, bulutların üstünde mi ne? Aynaya bakınca gülümsedi, bir an kurduğu hayallerle buluştu, tercüman olmak istiyordu, pek çok ülke görmek, yabancı insanlarla tanışmak, onların dilinde konuşmak, dünyalarını, kültürlerini öğrenmek ve yaptığı işlerde başarılı olmak istiyordu. Belki de bir belgesel sunabilirdi günün birinde, dünyayı dolaşıp, uzakları yakınlaştırıp, kültürleri anlatabilirdi güzel sesiyle.
Aynada beş yıl sonraki Pelin ona bakıp gülümsüyordu. İstediklerine kavuşmuş, iki yabancı dili profesyonelce konuşan, başarılı bir iş kadını.
Tercümanlık olmaktı hayali, aylardır bu hayalin gücüyle derslerine çalışıyor, gecesini gündüzüne katarak hayaline biraz daha yakın hissediyordu kendini. Çok değil bir sene sonunda, İstanbul’da, yeni arkadaşlar edinmiş, kampüse alışmış, bir sürü yeni kelime öğrenmiş olacak olmanın hayaline sımsıkı bağlanmıştı.
Şubat tatili gelmişti, Şişli’de büyük bir firmada çalışan kuzeninden gelen davet üzerine İstanbul’a gitmek için hazırlandı, hem kısa bir kursa katılacak hem de bir hava değişimi olacaktı onun için. Yaşamayı hayal ettiği şehri ise daha yakından tanıyacaktı bu defa. Tren yolculuğuna bayılırdı. Cam kenarından aldığı biletinin koltuğuna keyifle oturdu. İçerideki sıcaktan ve dışarıdaki soğuktan buğulanmış camların üzerine imzasını attı, bu imza kim bilir hangi projelere daha atılacaktı, hangi çevirilerde adı geçecekti.
Karşı koltuğa bir anne kız “İyi yolculuklar” diyerek oturdular, Pelin gülümsedi onlara mutlu bir ifadeyle. Ara sıra attığı imzanın ayna gibi yansımasında kendine bakıyor, kendini seyretmek hoşuna gidiyordu.
Cam kenarını her zaman bilinçli olarak tercih eder, doğal güzellikleri seyrederken hayaller kurar, düşler ve gerçekler arasında gidip gelirdi. Annesi ve kardeşleri Pelin’e hayal dünyasından çıkıp gerçekçi olması için salık verirlerdi ama Pelin bu duygularla yaşamayı ve hayal kurmayı çok seviyordu. Yolculuk boyunca arasıra içinden şarkılar mırıldanıp, karla kaplı ağaçların arasında sıkışmış bir köy okulu gördüğünde heyecanlanır, burada okuyan öğrenciler acaba nasıldır? diye hayal ederdi. Tren, orman köylerinin arasından geçerken, odunları kapısında yığılmış, bacası duman tüten köy evlerine bakıp orada yaşayan insanları merak ederdi.
İstanbul’a yaklaşırken karşısında oturan bayan, “Okuyor musun yavrum” diye sordu.
“Evet” dedi heyecanla Pelin “Mütercim Tercümanlık”. Kendi de inanamamıştı ağzından çıkan sözlere.
“A, ne güzel ben de orada okumak istiyorum” dedi yanındaki kızı atılarak,
“Nasıl kazandınız tebrik ederim, orası benim de hayalim”.
Pelin gülümsedi “kolay olmadı benim için de, dersane , özel hoca , özverili bir çalışma sonunda amacıma ulaştım.
“Aferin yavrum” dedi annesi. Sonra da kızına dönüp, “bak emek verince oluyor işte, sen de biraz üstüne düşsen ne olur sanki.
“Bu arada benim adım Pelin, memnun oldum”. “Ben de Canan” dedi kız.
Pelin’in koltukları kabarmış, sırtı daha bir dikleşmişti sanki. Başarının anahtarını keyifle anlatırken, onun bu isteğine ulaşmasında, hayallerinin önemli bir payı olduğunu da vurgulamıştı. Kızın gözlerindeki özenci ve beğeniyi sezdikçe, gerçekle hayallerin arasında gidip geldi. Hangisinin gerçek hangisinin hayal olduğunu karıştırmış, balla karışık bu beyaz yalanları daha da bir tatlandırarak anlatmaya başlamıştı. Kim bilir onları bir daha ne zaman görecekti, belki de hiçbir zaman diye geçirdi içinden.
-Hafta sonları tenis oynarım, formumu korumayı Tenis’e borçluyum. Bazen’de Ankara’ya ailemin yanına giderim. Ankara’daki arkadaşlarımla buluşur, gezeriz. Bu yaz ise Fransa’ya ikinci dil öğrenmek için gideceğim, okul bitmeden İspanyolcayı da halledersem, üç dil birden öğrenmiş olucam.
-Bravo kızım, ne kadar da azimlisin. Bir dil bir insan derler, yurtdışında insanlar en az iki yabancı dille konuşurlarmış, yaşınız gençken öğrenin tabi.
Kadının yanında oturan, az konuşan kızı Canan, Pelin’ e hayran hayran bakar. Annesine dönüp, “ne kadar çalışkan kız hem sosyal hem de güzel değil mi?” der.
Kadın, Pelin’i süzerek “Ay, bu kızı kuzenimin oğlu Halim’e göstersek ya, okul bitince de evlenirler işte” der, yavaşça kızının kulağına. “Çaktırmadan öğren sınıfını bakalım”.
Pelin, Anne ve kızının övgü dolu konuşmaları ile daha da bir coşarken, durağın yaklaştığını aniden fark eder. Hemen bavulunu yukarıdan indirip, anneyle kızına da şipşak veda ederek oradan ayrılır. İstasyonda kuzeni onu karşılar ve bavulunu alarak birlikte uzaklaşırlar. Ancak aceleyle koşan Pelin arkasında içinde defterler bulunan bir torba bırakır. Ana kız, Pelin tam inerken torbayı fark ederler ama arkasından bağırsalar da duyuramazlar.
“ Bakalım içine adres yazmış mı” der Canan. Derken bir şey fark eder. Önce anlam veremez sonra yazıyı tekrar okuyunca her şey netleşir. İçinden üzerinde Ankara Atatürk Lisesi 6 Edebiyat B yazan bir tarih kitabıyla, bir de üniversiteye hazırlık test kitabı çıkar. Ana kız birbirlerine bakıp gülerler.
Şubat tatilinden sonra okullar açıldığında, Ankara Atatürk Lisesi’nde 6 Edebiyat B sınıfının kapısı çalınır, ders esnasında okul müdürünün odasına çağrılmasını çözemez Pelin. Müdür bey, elindeki torbayı uzatır hayalperest kıza. “Trende kitaplarını unutmuşsun, kondüktör buralarda oturuyormuş bırakmış okula kadar. Aferin trende bile ders çalışman hoşuma gitti, ama unutkanlık hayatı zorlaştıran bir konu, daha dikkatli olmanı öneririm” der.
Pelin kitabın içindeki notu görünce, başını öne eğer ve okumaya başlar, “Sevgili Pelin seni tanımak ve seninle yolculuk etmek güzeldi, bilmiyorum ileride tercüman olur musun ama iyi bir tiyatrocu olacağından hiç şüphem yok, hayallerin hiç bitmesin. Sevgiler, yol arkadaşın Canan.”
Canan eline yoldan bulduğu kırık aynayı alır ve içini açıp bakar, “Sevgili ayna sen beni bana olduğum gibi gösteriyorsun ama ben olmak istediğimi görüyorum”.
Gonca Borça 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder