Gün dağları aşıp evleri, odaları aydınlattığında bir telaş başlar hayatım da. Her gün bir öncekinin aynısı olmasa da günler benzer birbirine. Tıpkı insanların, yaşamların benzediği gibi. Tıpkı yıllardır gördüğüm gözlerdeki sevincin hüznün aşkın gözyaşının bana hep aynı yansıdığı gibi.
-Kıs şu müziğin sesini oğlum komşular rahatsız olacak!
Haklı Suzan bir tek komşular değil duvarlar titriyor. Duvarla birlikte ben. Sırlarım dökülecek diye korkuyorum. Hepsine sözüm var çünkü, bende kalacaklar.
Sık sık göz göze geliriz dudaklarında minicik bir tebessümle Mustafa'nın ona "gülmek sana çok yakışıyor" dediğinden bu yana yüzünde hep o tebessüm. Önüne dökülen siyah perçemini tel tokayla şöyle bir tutturuyor diline pelesenk olmuş bir şarkı var bu günlerde, mırıldanıp duruyo sarı gelin aman sarı gelin aman tamamını bilmiyor boş yerleri kendi uyduruyor. Annesi gibi, her işe, her söze bir şarkı ya bir deyim yakıştırır.en çok aklında kalanı iş insanın aynasıdır olmuş. Yaptığı her işte kendini görür. En güzeli olsun diye de ne çok yorulur.
Konsülün üzerinde açılmamış zarflar çoğu fatura yakıt elekrik su telefon. Bunaldı, faturalar için yaşıyoruz, diye söylendi. Hiç birini açmıyor evelden ne güzeldi, mektuplar gelirdi kardeşlerinden, arkadaşlarından. Merakla, heyecanla açar, bir solukta okur, sonra oturur cevaplardı onları. Şimdi yapay bir alemin içind, vızır vızır gidip gelen kısaltılmış, içi boş mesajlar. Zarfların içinde can sıkıcı hesap dökümleri Merak uyandıracak bir şey yok ki, ne diye açıpta iki kuruşluk keyfini bozsundu.
Kendini ödüllendirdiği anlardan biri sabah saatleri. Ödülü bir fincan, kahve bir sigara. Saksıdaki çiçekleri ile hatırlaşma. Sardunyaların sararan yapraklarını ayıkladı
-sen var ya sen zilli, hiç bakmıyorsun yüzüme, lkyazın güneşi vuruyor nasılsa yüzüne. Mor menekşeye sitemi var, sahi nicedir çiçeğe durmadı, kartlaştı mı ne?
Mor menekşeler. Suzinna nn üzerinde o gün mor çiçekli kadife bindallısı vardı. Muzip ama işveli bakışlarıyla buluştuğum yer, konağın arka bahçesine bakan, Mehmet ağanın odasıydı. Yüzü öyle güzel ve öyle yabancıydı. Yanakları, dudakları yerdeki iran halısından daha al. O kadar çocuk ve o kadar kadın ki. Niceleri geldi geçti bu odadan ama suzinna bir başkaydı!
Telefonun ahizesini boynuna sıkıştırmış bir yandanda beşamel sosunu hazırlıyor ogretenin.Hızlı hızlı karıştırıyor,sosu pütürüklenmesin diye.Ve tane tane konuşuyor
-Bak canım yapacağın tek şey var, sakın onu değiştirmeye çalışma. Sen değişmezsen hiçbir şey değişmez. Sedef, gene elinde tutamadı galiba, son sevgiliside onu terk ediyor.
-Hadi üzme kendini, bir şeyler hazırla, çağır akşam yemeğe.iki tatlı söz. Bak göreceksin her şey yoluna girecek. O,Seni seviyor biliyorum.
-Hiç önemi yok. Ha ara beni merakta bırakma!, hadi öptüm.
Mehmet ağa filinta gibi,bıçkın,delikanlı adam.Bugüne kadar hiçbir kadın ona hayır diyemedi. Suzinaya ilk görüşte vuruldu. Boyu,posu endamı dillere destan. Gavurun kızı öyle güze ki. Attığı gibi atının terkisine doğru Sarıkamış taki konağa. Sarı gelin türküsünü yarı Türkçe yarı Ermenice öyle bir söylüyorki hani dile gelsem, bende söylesem istiyorum.
Pirinç karyolanın topuzunda asılı kadife peşkirle sardı, pembe beyaz billur gibi tenini. Minik ayaklarında kırmızı pontufları. Gümüş kemer mor bindallının üzerinden dal gibi ince beline dolandı.
Duştan çıktı Suzan. Pembe beyaz tenini iyice yağladı, bornozunu sırtına geçirdi, saçlarında birkaç bigudi, minik ayaklarını kremledi ve kısa konçlu çoraplarını geçirdi. Gün akşama
ulaşmak üzereydi.
Suzinnanın yüzü bana benim yüzüm bahçeye bakıyor. Dua ediyorum,gördüğümü görmesin diye. Benden yansıyanı gördü hep insanoğlu, Suzinnada gördü. Bahçedeki çeşmenin başında esvaplarını yıkıyan kadını. Kadın bir ihrama bürünmüş, yanında iki erkek çocuk. Onları ilk kez konağın bahçesinde görüyor. Merak ve telaşla bi koşu bahçeye atıyor kendini. Kadın suzinnayı gördüğünde mahçuplanıyor, kaçmak, saklanmak istiyor ama geç, Suzinna kadının kolundan tutuyor bir şeyler soruyor, kadın ağzından laf kaçırmak istemiyor suzi ısrarla soruyor, ne konuştuklarını duymuyor, görüyorum, Suzinin rengi kül gibi, gözlerinde biriken yaşları siliyor, oğlanların başını okşuyor, mor bindallısının kollarını çemirliyor, parmağından siyah oltu taşı yüzüğünü çıkarıp yalağın kenerına koyuyor, bakır teştin başına oturuyor.
Bir yerlerde sabitleniyor bakışları. Erivanda, Hrastan nehrinin kıyısında abasıyla esvap yudukları günlere, burunlarındaki sümüklerin donduğu, buz tutan nehrin üzerinden yürüyerek eve vardıklarında o acımasız analıklarının hışmıyla karşılaştığı günlere gittiğini biliyorum. Mehmet ağanın kollarında, ağlayarak anlattığı yoksulluk ve acılarla geçen çocukluk anılarından biliyorum dalıp ta nerelere gittiğini.
Suzan bordo rengi tayyörünün içinde şarap gibi. Elli yaşında olduğunu ancak böyle giyindiğinde fark ediyorum. Bu akşam özel bir konser var. Türk ve Ermeni sanatçılarının dostluk konserine davetliler. Sedat 'a erken gelmesi için mesaj atıyor. Öyle heyecanlı ki. Bir çok konsere gittiğini biliyorum ama bu akşam başka bi şey var gözlerinde, babaannesinin yadigarı oltu taşı yüzüğü takarken elleri titriyor.
Suzinna işini bitirip döndüğünde, odanın görkemiyle,bahçedeki sefaletin tezatını anlamaya çalışıyordu. Öfkeliydi. bu görkemi bu safahatı hak etmiyordu. Gün akşama ulaşmıştı. Meşin çizmelerin ayak sesi odaya ulaştığında o, birkaç parça eşyasını almış gözyaşlarını kuruluyordu. Mehmet ağa soran gözlerle tahta bavula ve kül rengine dönmüş suzinin yüzüne bakıyordu .
-Sen merhamettin benim için Mehmet ağa,sen koruyan kollayan adalettin,amma yalanmışsın. Nikahlı karın,üzerinde yedeği olmadığı için,yıkadığı esvabı kuruyana kadar ihrama sarılıyor. O iki sabı kuru ekmeği katıksız yerken benim boğazımdan geçmez,oturamam kuş sütü eksik sofrana, giyinemem atlasları kadifeleri ; ben yokluğun insana neler ettirdiğini bilirim Mehmet ağa. Yoksullukla gururun yan yana nasıl zor yürüdüklerini de bilirim.
Mehmet ağa hiddetli, hiçbir kadın ona böyle çemkirmedi şu ana değin.
-var git çoluk çocuğunun başına. Mehmet ağa. Zennure hanımın ayaklarını öp, öp ki zedelenmesin diye senin itibarın ve onurun, aç gezip tok salınmanın ne demek olduğunu öğretsin sana. Öp ki kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyebilmenin yüceliğini öğretsin sana
ziynetlerinin ve giysilerinin hiç birine dokunmadı
-bu oda ve içindeki her şey Zennure hanıma aittir. Bunlar onun hakkı çünkü
Mehmet ağanın yenik ve mahçup bakışları arasından süzülerek arabacıya seslendi.
Konser dönüşü Suzanın dilindeki türküyle hani insan olsam burnumun direği sızlardı Sarı gelini eksiksiz ve tıpkı suzi gibi okuyordu. Tekerrüre tanıklıktı benim görevim. Kaç nesil geldi geçti içimden. Unuttum çoğu yüzleri.Aklımda bir suzinnanınki bir zennure hanımınki. Benim gibi Suzinnayı unutmadı Zennure hanım, torununu kucağına aldığı gün suzinnayı gördü kömür karası gözlerde. Ona suzan adını verirken mağrur ve onurlu kadının asil ruhundan torununa bir şeyler aktığını biliyordu.
FİLİZ TİMUR 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder